Ben Senin Cemaziyel Evvelini Bilirim Deyimi ve Hikayesi
Selim Gündüzalp’in Deyimler ve Öyküleri 3 kitabını
okurken bir deyim çok dikkatimi çekti. Onu burada paylaşıp hakkında da bir
şeyler söylemek istiyorum. Deyimin hikâyesini yazmadan önce, bilmeyenler için
cemâziyel evvel ne demek, önce onu bir açıklayalım istiyorum.
TDK’den aldığımız bilgiye göre Cemaziyelevvel: “Hicri
takvimin beşinci ayının adı, büyük tövbe ayı.” Yani bizim şuan kullandığımız
miladi takvimde nasıl ki beşinci ay Mayıs ise, Hicri takvimi kullananlar için de
beşinci ay Cemaziyelevvel. Fakat deyimin aslında bu anlamlarla hiçbir alakası
yok. Dilimizin zenginliği olarak çok farklı bir anlam yüklenmiş. Galiba ilgimi
çeken yönü bu oldu. Deyimin hikayesi şöyle;
Eskiden resmî dairelerde ve şer'iye
mahkemelerinde şimdiki gibi bir dosyalama ve kayıt sistemi yoktu. Her ayın
evrakı bir torbaya konur, bu torbaların üzerine, ait oldukları ayların isimleri
kırmızı mürekkeple yazılır ve duvardaki çivilere sırası ile asılırdı.
Sene sonunda on iki tane oldu mu, evrak mahzenine kaldırılırdı.
Sene sonunda on iki tane oldu mu, evrak mahzenine kaldırılırdı.
İşte böyle bir evvel zaman resmî dairesinde, kâtiplerden
birisi, eski yıllara ait torbalardan bir kaç tane alarak evine götürmüş ve
kendisine don fanila falan yaptırmış.
Ancak, torbaların üzerindeki kırmızı yazılar, yıkamakla çıkacak cinsten değilmiş.
Bir gün hamama giden kâtip, orada tesadüfen daire arkadaşlarından birisi ile karşılaşmış. Soyunma odasında elbiselerini çıkarırken arkadaşı, bizim kâtibin iç donunun tam arkasına gelen yerde, kırmızı mürekkeple yazılı "cemaziyel-evvel" yazısını görünce işi anlamış fakat çaktırmamış.
Aradan yıllar geçmiş, bu kâtip yükselmiş müdür olmuş ve eski kalem arkadaşlarına biraz tepeden bakmaya başlamış. Hamamda rastladığı arkadaşı da onun yanında çalışıyormuş.
Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış ve haksız yere arkadaşının gururuyla oynamış. Artık sabrı kalmayan arkadaşı:
"Haydi canım sen de, kime caka satıyorsun? Ben senin cemâziyel evveli’ni bilirim…!” demiş.
Ancak, torbaların üzerindeki kırmızı yazılar, yıkamakla çıkacak cinsten değilmiş.
Bir gün hamama giden kâtip, orada tesadüfen daire arkadaşlarından birisi ile karşılaşmış. Soyunma odasında elbiselerini çıkarırken arkadaşı, bizim kâtibin iç donunun tam arkasına gelen yerde, kırmızı mürekkeple yazılı "cemaziyel-evvel" yazısını görünce işi anlamış fakat çaktırmamış.
Aradan yıllar geçmiş, bu kâtip yükselmiş müdür olmuş ve eski kalem arkadaşlarına biraz tepeden bakmaya başlamış. Hamamda rastladığı arkadaşı da onun yanında çalışıyormuş.
Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış ve haksız yere arkadaşının gururuyla oynamış. Artık sabrı kalmayan arkadaşı:
"Haydi canım sen de, kime caka satıyorsun? Ben senin cemâziyel evveli’ni bilirim…!” demiş.
Bu deyim, “Sonradan zengin olan ya da hikâyede
olduğu gibi, önemli bir makama gelen birisi hakkında, “Ben onun eski halini de
bilirim” manasında kullanılır.
Öykünün Kaynağı: Deyimler ve Öyküler 3 Kitabı – Selim
Gündüzalp, Zafer Yayınları, Sayfa 30-31
Bu hikâyede dikkatimi çeken
iki şey oldu. Birincisi, insanoğlu geçmişini çabuk unutabiliyor. Yani bir
başarı elde edip de bir nimete kavuştuğu zaman geçmişteki halini unutabiliyor
ve kendi kendine kibre kapılabiliyor. Kendinin eski halinde olan insanları
küçük görebiliyor ne yazık ki. Burada olması gereken elbette ki tevazu. Aksi
bir durum etik değil.
Dikkatimi çeken ikinci şey
ise ülkemizde insanların bir zamanlar çok yokluklar, yoksulluklar çektiği
gerçeği. Ben yaşım itibariyle çok yokluk görmesem de, dinlediğim ve okuduğum
bazı şeylerden öğrendiğim kadarıyla, dedelerimiz, ninelerimiz çok yokluklar
çekmişler. Bu bağlamda bu deyimin hikâyesi tam olarak gerçek midir bilmiyorum
ama gerçek olma ihtimali çok yüksek bence. Burada olduğu gibi, insanlar
torbalardan bile kendilerine elbise yapmışlar. Bugünkü şartları düşündüğümüz
zaman aslında ne kadar şükretsek azdır.
Desenli Un Çuvallarından Elbise Yapmak
Bu deyimin hikâyesini yazarken, aklıma daha önceleri
gördüğüm bir fotoğraf geldi. Hemen araştırıp ona da burada yer vermek istedim. Tam
da konumuzla alakalı aslında.
Yıl 1939. Yoksul kadınlar çocuklarına un çuvallarından
elbise yapıyorlarmış. Yoksulluk, çaresizlik işte. Bunu fark eden bazı
fabrikalar da, fotoğraflarda görüleceği üzere çiçekli ve farklı desenlere sahip
un çuvalları üretmişler. Böylece o yoksul kadınlara dolaylı olarak yardım
etmişler.


Ümidimiz ve duamız odur ki Allah o yoksulluk günlerini bu
millete bir daha yaşatmasın. Zor durumda olan, kardeşlerimize, insanlara da yardım etsin. Amin.
Bu deyimi daha önce duyduğumu hatırlamıyorum. Fakat hikayesi hoşuma gitti.
YanıtlaSilBen de ilk defa adı geçen kitapta okudum ve benim de çok hoşuma gitti. Bunun gibi daha niceleri var da bizim haberimiz yok.
Sil