Üniversitedeki ilk yılımda kaldığımız yer ile
fakültemizin arasındaki mesafe yakındı. Yürüyerek gidip geliyorduk okula. Yolumuzun
üzerinde bir kabristanlık vardı. Bu kabristanlığın içinden geçen yol daha kestirmeydi
ve biz de arkadaşlarla genelde bu yolu tercih ediyorduk.
Diğer arkadaşlarımın düşüncesini bilmiyorum ama ben
buradan geçmeyi çok seviyordum. Hem her taraf ağaç gölgesi hem de her taraf
kabirlerle doluydu. Buradan her geçişimde kendimce tefekkür ederdim. Bazen de
arkadaşlarımla kabirde yatanlar hakkında sohbet ederdik. O kabirlerde yatan
insanların hepsi de bizim gibi yaşamıştı ve bir gün bu dünyayı kendinden sonra
gelenlere bırakıp, bir şekilde ahrete irtihal etmişlerdi. Kimisi de fazlaca gün
görmeden, gencecik yaşta hatta çocuk yaşta hayata gözlerini yummuştu. Acaba kaç
tanesini mutlu bir akıbet, kaç tanesini acı bir son bekliyordu. Biz sadece
düşünüp konuşuyorduk ve gerçekleri yalnızca Allah biliyordu.
Bugün yolum Ervah kabristanlığına düştü. Ervah kabristanlığı
Aksaray için manevi olarak çok önemli bir mekândır. Aksaray’a yolu düşenlerin
uğraması gereken yerlerden birisidir diyebilirim. Burada Somuncu Baba’nın kabri
bulunur ve rivayet edildiğine göre burada 7 binden fazla evliya medfun bulunmaktadır.
Bu mübarek mekânı hem gezip biraz tefekkür etmek hem
burada yatmakta olanlara dua etmek hem de birkaç fotoğraf çekmek için yeğenimle
beraber küçük bir gezintiye çıktık.
Bu gezinti benim için çok iyi oldu. Ölümü yakından bir
kez daha tefekkür ettim. Kimi kabirleri görünce hüzünlendim. Hepimizin şüphesiz
bir şekilde uğrayacağı akıbeti yeniden gördüm. Hepimiz bir gün burada yatanlar
gibi toprak olacağız. Rabbim hayatın da ölümün de akıbetin de ahretin de hayırlısını
versin. Âmin.
Çektiğim birkaç fotoğrafı paylaşmak istiyorum:
Burası Somuncu Baba Külliyesinin içerisinden
kabristanlığa çıkan merdivenlerden bir tanesi. Gölgeler çok hoşuma gitti.
Fotoğrafı yan çevirince de farklı bir görüntü oluştu. Bunu da çok sevdim
doğrusu.
Kabristanlıkta ilk olarak bu ağaçlar dikkatimi çekti. Bunlar
da birer mezarı andırıyormuş gibi geldi bana. Sanki bir ağaç baş taşı, diğeri
ayak taşı gibi. Kabristanlıkta olması manidar olmuş.
Buralar da kabristanlıktaki yollarla yeşilliğin
güzelliklerinin bir arada olduğu yerler.
Bu kabirde yatan 45 yaşında bir amcamızmış. Kabrin başında
durup düşündüm. Acaba dedim, neler yaşadı ki ömründe öldüğünde kabrine bu yazıyı yazma
gereği duydular. Bunu gerçekten merak ettim.
Bu gördüğünüz kabir beni çok hüzünlendirdi. Kabrin başına
vardım ve baş taşını okşadım hüzünle. Bu üzeri kırmızı çiçeklerle süslenmiş
kabir, bir kız çocuğuna aitmiş. Henüz yedi yaşında vefat etmiş. Kendisini hiç ve
ailesini hiç tanımıyorum ama sanki kendi yakınlarımdan birisiymiş gibi bir
yakınlık hissettim. Birine yakınlık duymak için tanımak gerekmiyor, önemli
olan: insan olmak. Gerisi teferruat.
Derler ki, ölen her insan pişmandır. Dünyadayken iyilik
yapanlar: “Neden daha fazlasını yapmadık” diye pişmanlık duyarlar, kötülük
yapanlar ise: “Neden iyi bir insan olmadık” diye pişmanlık duyarlarmış.
Çok şükür, yaşıyoruz ve yaşamak bizim için bir fırsat. Tabii
ki değerlendirebilen için. Allah bizleri, yaşamak fırsatını hakkıyla
değerlendirenlerden eylesin ve tüm vefat etmişlere de rahmetiyle muamele
eylesin. Âmin.
Bir Fatiha da biz gönderelim. Bu yazı vesile olsun, iyi olsun.
Merhum Necip Fazıl'ın ölüm hakkındaki şu dizeleri de bu yazının nihayeti olsun.
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için çok değerlidir. Lütfen yorum yapın.